The New York Times’ta Carlotta Gall imzasıyla çıkan haberde Erdoğan’ın öldürülen gazeteci Cemal Kaşıkçı’yı savunurken kendi ülkesindeki muhalif seslere karşı baskıcı tutumuna dikkat çekildi.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Cemal Kaşıkçı olayını sürekli haber sızdırıp gündemde tutarak Suudileri gazeteciyi öldürdüklerini kabul etmeye zorladı.

Ama Erdoğan için bu dava basın özgürlüğü ya insan hakları ihlalinden her zaman daha fazlasını ifade ediyordu. Aslında Erdoğan’ın adalet adına bu olayı kullanması, 2016’daki darbe girişiminden beri binlerce muhalifi tutuklayan Türkiye’deki birçok kişiyi ikilemde bıraktı.

Erdoğan’ın Suudilere karşı kullandığı taktikler yurtiçindeki düşmanlarına karşı kullandıklarıyla hemen hemen aynı: Hükümet kaynaklarından dost medya kuruluşlarına sızıntılar.

Bu yaklaşım Erdoğan’ın muhaliflere yönelik baskısında kullandığı ana silahı. Bunu 16 yıldır etkili bir şekilde kullandı.

Ama Kaşıkçı vakasında kullanışlı bir araç olan aynı hükümet yanlısı medya kuruluşları ayrıca olağanüstü hal altında gözaltına alınan pek çok kişiye karşı düşmanca yayın yaptı. Bunlara Erdoğan’ın “Yerli Soros” dediği sivil toplumcu Osman Kavala da dahil.

Bir yıldır  yüksek güvenlikli bir hapishanede tecrit altında tutuklu bulunan Kavala geçtiğimiz günlerde avukatı aracılığıyla ilk defa bir açıklama yayınladı.

Kavala “Benim durumumun bu sakat tutuklama rejiminin, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına ve yargısına verdiği zararın daha iyi anlaşılmasına katkıda bulunacağına ümit ediyorum” diye yazdı.

Kavala gibi 100 bin insan iki yıllık OHAL sürecinde tutuklandı. Bunların arasında darbe girişimiyle bariz bir şekilde ilgisi olmayan akademisyenler, avukatlar, gazeteciler ve muhalif politikacılar da vardı.

Yaklaşık 50 bin kişi darbeden bu yana iki buçuk yıl geçmesine rağmen tutuklu. Bunlara ek olarak 100 bin kişi kamu görevlerinden ihraç edildi.

Af Örgütü, son yaptığı açıklamada Türkiye’deki insan hakları manzarasını “perişan” olduğunu belirtti, “kitlesel gözaltı, kovuşturma, sindirme yöntemleriyle bağımsız sivil toplum susturuluyor”.

Bu özellikle gazeteciler için geçerli. Af Örgütü, 2016’dan beri 180 medya kuruluşunu kapatıldığını 120 gazetecinin mahpus olduğunu raporladı.

Gazetecileri Koruma Komitesi, Aralık 2017’de yayınlanan yıllık raporunda “Türkiye iki yıl üst üste en çok gazeteciyi hapseden ülke oldu. Geçtiğimiz yıl 81 gazeteci hapisteyken, bu yıl 73 gazeteci tutuklu” diye yazdı, “Düzinelercesi hala davalarla karşı karşıya ve her gün birileri gözaltına alınıyor”.

Uluslararası basın özgürlüğü örgütleri Kaşıkçı olayını endişelerini dile getirmek için kullandı. IPI, Twitter hesabından #Khashoggi cinayetinin korkunç doğası, #Türkiye’nin kendi gazetecilerine yönelik zulmünün üstünü kapamamalı” diye yazdı.

Ama Türkiye’de pek çok kişi Erdoğan’ı açıkça eleştirmekten korkuyor, özellikle de gazeteciler.

Türkiye’deki gazeteci sendikalarının hiçbiri Kaşıkçı kaybolduğunda bir destek açıklaması yapmadı ve İstanbul’daki Suudi Konsolosluğu önündeki nöbette de bariz şekilde yoktular.

TGS Genel Sekreteri Mustafa Kuleli “Açıklama yapılmamasının siyasi bir sebebi yok” dedi, “Türkiye’deki gazeteci örgütleri çok az elemanla muazzam sorunları takip etmeye çalışıyor: üyelerine karşı binlerce dava, kapatılan medya kuruluşları, işsizlik ve kötü çalışma koşulları gibi”.

Kuleli “Gazetecileri desteklemek için her gün adliyedeyiz” diye ekledi, “Kaşıkçı vakasına neden vakit ayrılamadığını anlıyorum”.

Kürt ve solcu pek çok gazeteci Fethullah Gülen hareketini desteklemekle suçlanıyor.

Erdoğan, onları terörist olmakla niteliyor. Bunların arasında Die Welt temsilcisi Deniz Yücel ile Türkiye’nin en eski gazetesi Cumhuriyet’in yöneticileri de var.

Erdoğan’ın danışmanı ve Kaşıkçı’nın yakın arkadaşı olan Yasin Aktay, Türk gazetecilerin tutuklanmasıyla Suudi muhalif yazarın öldürülmesi arasında bir fark olduğunu söyledi. Aktay, Türk hapishanelerindeki birçok gazetecinin ideolojik bağları olduğunu ya da bilhassa Kürt hareketi yanlısı gazetecilerin terör örgütlerince kullanıldığını belirtti.

Kavala’nın davası Erdoğan hükümetinin artan otoriteryenliğinin en sembolik örneklerinden biri. Kavala’nın reddettiği suçlamalar arasında darbe girişimiyle bağlantısı olduğu ve Gezi protestolarına destek vererek Erdoğan’ı devirmeye çalışmak bulunuyor. Tutuklanmasının üzerinden bir yıl geçmesine rağmen hâlâ hakkında bir iddianame yok.

Türkiye’deki azınlıklar için, çoğunlukla Avrupalı örgütlerle birlikte, sanat ve kültür inisiyatifleri işleten zengin bir iş insanı olan Kavala “Beni anayasal düzeni ve hükümeti ortadan kaldırmaya çalışmakla suçlayan insanlar her geçen gün benim bu suçlamalarla hiçbir alakam olduğunu daha da anlıyorlar” diye yazdı.

Avukatları, bir yıl boyunca hukukun parametreleri içinde mücadele etmeye çalıştıklarında, ancak sürecin bir adaletsizlik ve Kavala’nın anayasal haklarının açık bir ihlali olduğunu açıklamak zorunda kaldıklarını söylediler.

Avukat İlkan Koyuncu, Kavala hakkındaki darbe suçlamasına dair hiçbir delil olmadığını söyledi, “Her şeyin ötesinde Kavala bir diyalog, uzlaşı insanı. Hayatında hiçbir zaman baskı ve şiddetle ilişkilendirilmemiştir” dedi.

Üç avukat tekrarlanan hukuk ihlalleri nedeniyle 20 şikayet dilekçesi verdiklerini söyledi.

Koyuncu, Kavala’nın yargılama olmaksızın mahpusluğunun keyfi bir tutukluluk olduğunu söyledi.  Pek çokları için bu tutukluluk sivil topluma açık bir uyarı. Başkanlık sisteminin pekiştirdiği yetkileriyle Erdoğan liberallere, solculara ve Batı ile ilişkili herkese savaş açmış durumda.

Erdoğan tutuklulara kişisel düşmanı muamelesi yapıyor. Kavala tutuklandığında Erdoğan onu parlamentodaki grup toplantısında suçlamıştı.

O toplantıda, gazetelerin Kavala’nın Taksim Meydanı’ndaki protestoları fonladığı ve Türkiye’nin düşmanı olduğuna dair karalamalarını dile getirdi.

Erdoğan, Kavala için “Bir gün sivil toplumcu, iyi bir insan, iyi bir vatandaş. Ama bir bakıyorsunuz Taksim olaylarının arkasındaki de aynı kişi. Bakıyorsunuz belli yerlere kaynak aktarımının arkasında bunları görüyorsunuz” demişti.

Ve konuşmasını imza cümlesiyle sonlandırdı: “Millet olarak eğilmeyeceğiz, bunu onlara ödettireceğiz.”