”Salondaki üst rütbelileri öne çıkartıp erlere ‘hücum’ emri vererek komutanlarını defalarca dövdürdüler. Erler içinde bulundukları durumun öfkesiyle en çok Akın Öztürk’e saldırıp onu dövüyorlardı.”

“Şimdi sizinle bir oyun oynayacağız. ‘Kim üsteğmen’ dediğimde üsteğmenler ayağa kalkıp, ‘ben orospu çocuğuyum’ diyecekler. ‘Kim astsubay’ dediğimde, astsubaylar ayağa kalkıp ‘ben orospu çocuğuyum’ diye bağıracaklar’… Şimdi soruyorum, ‘kim üsteğmen’…”

Bu konuşmayı yapan kişi, Ankara Emniyet Müdürlüğü’nde görevli bir komiser.

15 Temmuz’dan sonra ilk gözaltına alınanların toplandığı spor salonunda geçiyor “oyun”.

O sırada salonda gözaltında olan sivil görgü tanıklarının anlatımlarına göre, komiserin bu oyununa salondan katılan olmamış. Katılmayan teğmenler ve astsubaylar için kesilen ceza ise suratlarının küfürler eşliğinde tekmelenmesi.

Spor salonundaki asıl isim ise 15 Temmuz’un başında olduğu iddia edilen eski Orgeneral Akın Öztürk.

Bundan sonrasını görüşebildiğim iki ayrı görgü tanığının anlatımıyla aktarıyorum:

“Salonda bulunanlardan üzerinde asker üniforması olanları iç çamaşırları kalacak şekilde soyundurdular. Akın Öztürk çırılçıplaktı. Onu hiç kesintisiz dövüyordu polisler. Salonda çeşitli yaşlarda yüzlerce asker vardı. İşkenceyi zorla herkese izletiyorlardı. Zaman zaman polisler yorulduklarında erleri çağırıp, Akın Öztürk’ü erlere dövdürüyorlardı. Bu erler kolları jiletli tuhaf tiplerdi.

Kimi zaman Akın Öztürk’ü yüksek bir yere çıkartıyorlar, ‘bu komutanınızın g..ü, bu komutanınızın …’sı diyerek alaycı biçimde cinsel organlarını teşhir ediyor ve aşağılıyorlardı. Günler süren işkenceler boyunca Akın Öztürk, bağırmadı ve yıkılmadı. Bir kere küçük ayak parmağına çok aniden bastılar ve o an bağırdı. Onun dışında hep sessizdi.

Bir süre sonra gözaltındaki erlere komutanlarını dövdürmek yaygın hal aldı.

Salondaki üst rütbelileri öne çıkartıp erlere ‘hücum’ emri vererek komutanlarını defalarca dövdürdüler. Erler içinde bulundukları durumun öfkesiyle en çok Akın Öztürk’e saldırıp onu dövüyorlardı.

Birbirimizle konuşmamızın da yasak olduğu salonda böyle günler geçti.

Sonunda hepimiz tutuklandık. Sincan Cezaevi’ne gittiğimizde ilk defa yemek yedik ve ilk defa tekmeyle uyandırılmadığımız bir gece geçirdik.”

Halen daha yaygın biçimde süren işkence olaylarına son vermek için bu tip durumların ifşa edilmesi oldukça önemli.

Mahkeme salonlarında işkence gördüğünü söyleyenler konuşturulmuyor.

Tutanaklara geçirilebilen işkence olayları son derece kısıtlı. Mesela Akın Öztürk duruşmada sadece “Gördüğüm işkenceleri anlatmaya utanıyorum” demekle yetindi.

Türkiye’de medya kalmadığı için işkence olayları aleni olduğu halde yazabilen yok.

Uluslararası medya kuruluşlarının Türkiye temsilcileri ise akreditasyonlarını kaybetmemek için bu konulardan uzak duruyorlar.

Haliyle Türkiye’deki korkunç durum hakkında dünya kamuoyunun bildikleri kısıtlı.

Şu an Avrupa’dayım ve anlattığım her şey Avrupalı gazetecilere ‘yeni’ geliyor.

Avrupa’ya bir şekilde çıkabilmiş Türkiyeli gazetecilerin, geçmişin ‘etiketlenme korkuları’nı bir kenara barıkarak dayanışma içine girmesi gerekiyor.

Türkiye’de olanları dünyaya duyurabilmenin yegane yolu bu.

Ancak halen daha ‘etiketlenme’ kompleksini aşabilmiş değiliz.