Polisin 2017’de gaybubet evlerine yönelik gerçekleştirdiğini iddia ettiği operasyonda onlarca kişiyle birlikte elleri kelepçelenerek gözaltına alınan E.A. yıllar sonra o anları anlattı. Uğradığı adaletsizliğe rağmen gülümseyebilen E.A, kendini sorgulayan görevlinin “Şimdi seni çırılçıplak soysam, eşini çağırsam” sözleriyle tehdit edildiğini söyledi.
BOLD – Hizmet Hareketi’ne yönelik 2017’deki sözde terör örgütü operasyonlarıyla bir sabah vakti evinden alınan E.A, kronos34.news’ten Selahattin Sevi’ye konuştu. Neden güldüğünü ve yaşadıkları sıkıntılı süreci anlatan E.A, fotoğraf eşiyle birlikte gözaltına alınmalarının yıl dönümü olması sebebiyle paylaştığını açıkladı.
İşte Kronos’ta yayınlanan röportajın detayları:
2017’de Gaybubet Evleri Operasyonu olarak kamuoyuna duyurulan operasyonda onlarca kişi kendi evinden gözaltına alındı. Sosyal medyada büyük yankı uyandıran gözaltı sırasında elleri kelepçelenmiş tek sıra halinde yürütülen kadınların yüzlerindeki gülümse ve gururu, o fotoğraftaki kadınların biri olan E.A. ilk kez anlattı.
Polis ve jandarmanın operasyon haberleri için simgesel ‘arşiv fotoğrafı’ haline gelen bir gözaltı fotoğrafı sosyal medyada çok paylaşıldı. Elleri kelepçelenmiş, hastaneye ya da duruşmaya götürülen onlarca kişinin yer aldığı karelerden ikisinde yüzleri gülen ve kameralara hafif alaycı şekilde bakan kadınlar görülüyor. O kadınlardan biri olan E.A., sembol fotoğrafın üzerinden sıra dışı öyküsünü anlattı.
2017 yılında 86 kişinin gözaltına alındığı operasyonu iktidar medyası “Ankara’da büyük gaybubet evleri operasyonu” olarak yansıtmıştı. Oysa E.A. eşiyle birlikte bir şafak vakti evinden alınmıştı ve yaklaşık 15 gün zorlu bir gözaltı süreci yaşamıştı.
Kendisi de ceza alan E.A. eşinin hâlâ cezaevinde olduğunu belirterek yaşadıklarını anlattı.
O fotoğrafı yıllar sonra neden sosyal medyada paylaşma gereği duydunuz?
Öğlen saatlerinde eşimden bir mektup aldım. 6 Aralık bizim yıldönümümüz, operasyon yıldönümümüz. O da tam 6 Aralık 2020’de yazmış mektubu. Ve operasyon saatinde yazmış; sabah namazı vakti, 6:20’de. Şöyle demiş: “Üç yıl be gülüm, geçti bak. Elemi gidecek lezzeti kalacak da biz hep gülerek hey gidi günler diye hatırlayacağız bu satırları.” Çünkü hiçbir şey eskimiyor. Bizim acılarımız, duygularımız, gururumuz, huzurumuz, vicdan rahatlığımız… Hepsi çok yeni, çok taze. Öyle olunca ben de operasyonu düşündüm. A. ile de -‘tweet’te gülen kahraman aslında o- biz 15 gün birlikte kaldık. Fıtratlarımız birbirine çok benziyor. Onun da eyvallahı yok, o da ben de polislerle tartıştık. İki polis kolundan tutarak getiriyordu erkekleri. Biz çok sinirleniyorduk, bağırıyorduk, çağırıyorduk. Siz nabıyorsunuz falan diye. Onunla benim sesimiz çok çıkıyordu. O yüzden ruh bütünlüğü sağladığımız bir kardeşim oldu. Öyle olunca en çok A.’yı hatırladım. Onu paylaşmak istedim.
‘OPERASYON MİZANSENİ İÇİN DEFALARCA İNDİRİLİP ÇIKARILDIK’
Operasyon yapan polislerle mi tartıştınız?
Operasyonlardakileri böyle sıraya diziyorlardı polisler, sırf fotoğraf çekmek, o gövde gösterisini yapmak için patır patır merdivenlerden indiriyorlardı. Sonra arka merdivenden geri çıkarıyorlardı, sonra bir daha indiriyorlardı. Kamera kaydetmedi, sadece fotoğraf çekimi oldu falan diye gün içerisinde üç beş kez inip çıkıyorduk. Zaten sıkılıyorduk nezarette de bize iyi geliyordu. (Gülüyor) Tamamen şov yapıyorlardı, başka bir şey yoktu. Bir de Selman Gülen vardı. Sonradan çok konuşuldu. Tabii çok ses getiren bir isim, işte (Fethullah Gülen’in) uzaktan yeğeni olunca.
Siz orda Selman Gülen olarak biliyor muydunuz?
Tabii tabii. Eşimle aynı nezaretteydi, o paylaştı. “Biliyor musun bizim burada böyle bir genç biri var, yeni evlenmiş hem de kim biliyor musun?” diye anlatmıştı. Namaz saatlerinde abdest almamıza izin veriyorlardı, tek lavabomuz vardı. Bir lavabo iki musluk düşünün. 86 kişi bay bayan 15 gün tek lavaboyu kullandık. Altı nezaretti. İlk iki nezareti kadınlara lavabolara yakın vermişlerdi. Diğer dördü beyler vardı. Ben ikinci nezaretteydim A. ile, eşim de üçüncü nezarette hemen yanımdaydı. Sabah kahvaltıda küçük kutularda ballar kaymaklar çokokremler gelirdi, eşim oradan uzatırdı eliyle bana çokokremi, ben oradan uzatırdım bal kaymağı. Yani güzel denir mi bilmiyorum ama benim için çok farklı 15 gündü. Dualar, hatimler, ezgiler, gözyaşları… Bir kişi bağırıyordu altıncı nezaretten, erkekler bölümünden, “Zindandan Mehmet’e Mektup” diye bir başlıyordu, hepimiz şak şak şak. Ramazan diye bir polis memuru vardı, “Ya siz nasıl insanlarsınız kardaş. Bir tek def çalmadığınız kaldı, neredeyse gözaltındayız diye halay çekeceksiniz?” diyordu. Güzeldi hasılı, nasıl anlatayım ki.
‘BİZİM İÇİN EVLİLİK YILDÖNÜMÜ, DOĞUM GÜNÜ YOK, ARTIK OPERASYON YILDÖNÜMÜ VAR’
Operasyon yıldönümümüz dediniz. Öyle görülüyor ki nişanlılık, evlilik yıldönümleri falan derken bu süreçte operasyon yıldönümü de eklendi özel günlere?
Biz eşimle şöyle dedik: Bizim çok mutlu bir yuvamız var. Beni 10 yıl doldu, hiç incitmedi. “Ya hocam yapmayın, gerçekten bu kadar da olur mu?” Vallahi olur, billahi olur, yaşıyorum ben, beni hiç incitmedi. Mektuplarımızda dördüncü yıla girdik. Hep şunu yazıyoruz: Biz artık çocukların doğum günü, evlilik yıldönümü, işte nişan yıldönümü, senin doğum günün, benim doğum günüm, hepsi bitti. Bir 6 Aralık’ı kutlarız, bir de tahliye gününü kutlarız.
Bu operasyon kamuoyuna ‘gaybubet evleri operasyonu’ olarak yansıdı. Sizi nereden aldılar?
Hayır değil, kesinlikle değil. Olay gününü anlatayım: 6 Aralık 2017, sabah saat 6’yı 20 geçiyordu. Sabah namazı için kalkmış vaktin girmesini bekliyorduk. Eşim esnaflık yapıyordu, mesaisi çok yoğundu. O geç geldiği için onu kaldıracaktım, ezanın okunmasını bekliyordum. Kıyafetim falan müsaitti. Tak tak kapı çaldı. Eşimi uyandırdım, bazen oluyor arkadaşlar gelebiliyor şehir dışından falan, arabamızı isteyebiliyorlar ihtiyaç olduğunda. “Hayatım birini mi bekliyorsun?” dedim. “Ne oldu?” dedi. “Kapı çalıyor” dedim. Sonra durdu, “Geldiler,” dedi, “Gelsinler,” dedim ben de. Tabii ısrarla vuruluyor kapı. Açtım, 7 polis, kamera açıktı, ışıklar. Daldılar içeriye, ben durdurdum, kapıyı kapattım, ne oluyor dedim. Dediler ki işte arama kararı var, görebilir miyim arama kararınızı, kimi arıyorsunuz dedim. Eşimin ismini söylediler. Evi burası mı? Evet burası ama böyle giremezsiniz, okumak istiyorum kâğıtları, dedim. Eşimin hazırlanmasına fırsat verdim o arada. Kapıyı ittirdi polis şak diye, demir kapıyı duvara çarpacak şekilde hoyratça açtı. Kamera açıktı. Siz kimsiniz dediler, eşiyim dedim. Arama kararını okudum. İşte gözaltı kararı, E. A. adına da ifadesine başvurulmak üzere diye. Girdiler içeriye, eşim geldi, kimliklerimizi aldılar, tutanak tuttular. Komiser yardımcısı vardı beni yanına çağırdı. Hemen şunu sordu, “Nasıl evlendiniz?” Dedim “Sorguda mıyız?”
‘POLİSLERE ÇAY KOYDUK, PEYNİR ZEYTİN İNDİRDİK’
Daha evde arama yaparken soruyor…
Tabii tabii mutfaktayız. Eşim de diğer polislere eşlik ediyor arama sırasında. Nasıl evlendiniz, diye sordu. “Sorguda mıyız? Cevap vermiyorum bu sorularınıza” dedim. Eşim mutfağa geldi, “Hayatım bir çay koy memur beylere” dedi. Çay koyduk, peynir zeytin ekmek, 8 tane bardak koyduk mutfak masasına. Çok rahat bir şekilde onları ağırladık. Çok aradılar evi, inanılmaz. Yüklüğüm, yorganım, çamaşır deterjan kutumun içine. “Ne arıyorsunuz?” dedim, “Flaş bellek arıyoruz” dedi. Bazamın altı, kadın polis yoktu. Benim özel çekmeceme kadar erkek polisler aradı. Çok sinirlenmiştim. Silah arıyoruz, dedi. Ben de çocukların oyuncak tabancası var işinize yararsa dedim. Çok aradılar, hiçbir şey bulamadılar. Telefonumu aldılar. Komiser yardımcısına, “Operasyonunuzun adı gaybubet. Ben gaybubet nedir bilmem,” dedim. “Saklanmak” dedi. “Saklanmıyorum” dedim. Islak imzalı kontratımı getirdim. Hem ev sahibinin hem emlakçının imzaladığı. Emlakçı beyi çağırmalarını, isterler ev sahipleriyle de görüşebileceklerini söyledim. Emlakçı ifadeye geldi, sağ olsun evi verdim diye. Bir çuvala koymak istediler. Biz o çuvala ait değildik. O haksızlığa ait değildik. Biz bu zulmü hak etmedik. İkimiz de öğretmendik. Burada, Ankara’da özel bir kurumda matematik ve İngilizce öğretmeni olarak çalışıyorduk. Mesaimiz yoktu, okul çıkışında yaptığımız veli ziyaretimiz, pikniklerimiz, eğitimlerimiz, aktivitelerimiz… Eğitimciyiz biz ya bizden başka bir şey olmaz, başka bir şey çıkaramazlar.
‘ARABADA KELEPÇE TAKTILAR, DÖNÜP BAKTIM…’
Kaç saat aradılar evi, ne buldular?
Ben emniyete gideceğimi bilmiyordum. Komiser yardımcısı beyefendi dedi ki “Çocukları kime bırakacaksınız?” “Nasıl yani beni de mi götüreceksiniz?” dedim. “Evet,” dedi, “sizin de ifadenize başvurulacak.” Ben buraya iki ay oldu geleli, komşum filan yok, kimseyi tanımıyorum, çocukları hiç kimseye bırakamam. Ailem yakın, bir saatlik mesafede oturuyor, onları çağırabilirim. Asla bekleyemeyiz, dedi. Bekleyeceksiniz, dedim, yapacak hiçbir şey yok. “Ya beni götürmeyeceksiniz ya da çocukları en emin yere teslim edeceğim, tekrar dönecek miyim belli değil,” dedim. Ben böyle inat edince arayın dedi, babamı aradım, o saatte arayınca “Kızım hayrolsun” dedi. Dedim baba memur beyler geldi, ifade almak için bizi götürecekler, hemen atlayın gelin, çocuklar evde yalnız. Annem, babam, erkek kardeşim geldi. Girdiklerinde ne dediler biliyor musunuz, onu unutmam. Babam dedi ki “Ya kardeş sen 7 polisle benim bu yavrularımın evinde ne arıyorsun?” Erkek kardeşim maçodur, ya kardeşim gidin Allahı’nızı severseniz, bunlardan terörist falan olmaz. Ondan sonra bizi aldılar birlikte. Eşimle sivil polis arabasına bindik, polis memuru kenara oturdu. Ellerinizi uzatın kelepçe takacağım, dedi. Biz uzattık, kelepçeyi taktılar. Evde takacaktım da anneniz çok ağladı, dedi. Sorun yok, siz takın dedim. Geri dönüp binaya baktık, annem babam, erkek kardeşim, çocuklar pencereden bize bakıyordu. Biz iyiydik de onları mahvettik. Orada ağladım. Dönüp baktığımda çocuklara ağladım, anneme ağladım. Ne olursa olsun, haklı da olsak o acıyı yaşatmak zordu.
Tek tek alındınız, peki sizi o kalabalık fotoğrafın içine ne zaman koydular?
Emniyete gittiğimizde. Ben gittiğimde operasyondaki 86 kişinin 23-24 tanesi KOM’da duvara doğru döndürmüşler, eller kelepçeli herkes duvara dönmüş.
‘ELLERİMİZ HAVADA DUVARA DÖNÜĞÜZ, NASIL HAKARET EDİYORLAR…’
Ters kelepçe mi takmışlardı?
Yok değildi, hepimiz önden kelepçeliydik. Bir kişininki ters kelepçeydi. Sonradan geldi onlar, ters kelepçeli olarak… Onlara çok da işkence yaptılar içerde. O arkadaşla yan yanaydık, biz de üniversiteli bir kız vardı yanımda. Bir duvara dönüğüz ama nasıl hakaretler ediyorlar bize. Şöylesiniz de böylesiniz de o küfürleri ağzıma alamam. Eşlerimiz yanımızda, kadınız. Ondan sizin neyinizi ne yapacağız da gününüzü göstereceğiz de… Hakaretler çok fazlaydı. Sonra yanımdaki o kızın yanına doğru yaklaştım yan yan. “Ablam” dedim, “ağlama. Ağlama başını dik tut, biz yanlış bir şey yapmadık” dedim. Döndü bana, o an polis geldi, konuşmayın dedi. Gözaltı kararı olanların hepsini nezarete attılar. Eşim yanımda çok az kaldı. “Hakkını helal et, inşallah sen de ifadeni verir gidersin” dedi. Yaklaşık 21-22 kaldık bay bayan, ifadesine başvurulacak olan. Bir saat falan dikildik biz orda. Duvara bakıyoruz öylece. Bizi önce hastaneye götürdüler, sağlık raporu aldılar. Orda el ele tutuştuk Eşimle, büyük bir gururla, birbirimizin gözün içine baka baka dik bir duruşla girdik muayeneye. Muayeneden sonra KOM’a gittik.
Sayı çok olunca ifadeler de uzadı ve sizi günlerce beklettiler değil mi?
İfadelere tek tek çağırdılar. İsim okunuyor, gidiyorsunuz. Beni odaya almadan, gözaltı kararı var hakkınızda, dedi polis memuru. Dedim nasıl olur daha iki saat önce evden ifade için çıkarıldım, evde çocuklar var falan. Hakkınızda tanık var, dedi. Program gözüküyor telefonunuza ve isminize dedi. Sonra ben içeri girdim. İçeri girdiğimde eşim ilk nezaretteydi, beni eve gidecek biliyor ya direkt yüzüne elini kapattı, dedim sorun yok, seni yalnız bırakacağımı düşünmüyordun değil mi, dedim.
ÜÇ METREKAREYE 17 KADIN
Şöyle söyleyeyim, küçücük bir alan. Kaç metredir ki, üç metre var mıdır bilmiyorum, 17 kadın orda balık istifi gibi birbirimizin üstünde birimizin saçı onun belinde, öbürünün kolu onun ayağında, öyle. Pardösülerimizi çıkardık, yastık yaptık. Kanser tedavisi gören arkadaşlar vardı, onları daha rahat ettirmeye çalıştık. Verdikleri battaniyeler leş gibiydi. Onları yere serip namaz kıldık.
“EMNİYETTE BENİ SORGULAYAN KİŞİ ‘EMNİYET MENSUBU DEĞİLİM’ DEDİ”
Kaç gün kaldınız gözaltında?
14 gün kaldık, 15. gün mahkemeye çıkardılar. 7 artı 7 yaptılar. İki kez uzattılar, kalabalık olduğu için ifadeleri alamadılar. Ama şöyle bir şey var: Dokuzuncu güne kadar, bunu çok net hatırlıyorum çok sinirleniyordum çünkü, ne bir gelen oldu ne ifadeye çağıran. Yani dokuz gün bir orda öylesine durduk. Sonra ikna odaları kurdular. İfade değildi, dikkatinizi çekiyorum, ikna odaları. İfade avukat eşliğinde olur, ifade değildi. Onlara da söyledim defaatle. O top sakallı şeref yoksununu hiç unutmayacağım mesela. Beni klasörlerin çok yoğun olduğu, sigara dumanı altındaki bir odaya koydular. Kızlara şunu söyledim: Uzun süre gelmezsem bana hacet namazı kılmaya başlayabilirsiniz. 3 saat 45 dakika sorgum sürdü. O sigara dumanları arasında kızıl sakallı girdi odaya, elinde dört beş tane fotokopi kağıdı, şişşştt şakirt çayı özledin mi, dedi. Dedim içerideki arkadaşlarım içmeden ben çay falan içmem teşekkür ederim. Su dedi, yok dedim. Baksana ya sen çok kallavi bir ablaymışsın, dedi. Pardon, dedim. Bak dedi bak, şimdi sana Bylockt’aki yazışmalarını okuyorum. Bir şeyler okudu. Bak dedi, ‘kod ismimi’ söyledi. Suçlamadaki ‘kod ismiyle’ hitap ediyor bana. Adımı söylüyorum, altını çiziyorum, onu söylüyor ben altını çiziyorum. “Bak seni bugün buradan kocanla el ele tutuşup akşam yemeğini çocuklarına yemene müsaade ederim. Eşinin parlak bir okul ve iş kariyeri var. Sen iyi öğretmenisin; bir ev size, altınıza bir araba, eşine bir iş. Bütün bu imkanları sana sağlayacağım söz veriyorum” dedi. “Kimsiniz siz, bana bu tekliflerle geliyorsunuz” dedim. Dedi ki “Ben emniyet mensubu değilim.” “MİT’ten mi geldin sen” dedim, “Baaak neler biliyorsun sen” dedi. Bunları bilmek için allame-i cihan olmaya gerek yok, ben üniversite mezunu bir insanım. “Sen çok şey biliyorsun” dedi. “Hiçbir şey bilmiyorum” dedim. “Ne biliyorsun?” dedi. “Ben bir öğretmen olduğumu biliyorum, bir de haksız yere dokuz gündür şurada daha anne sütünden yeni ayırdığım evladımdan ayrı olduğumu biliyorum. Vallahi billahi bu hakla, bu veballe yaşayamazsınız, yapmayın” dedim. “Eşinle nasıl tanıştın?” diye sordu. Anlattım hikâyeyi. Hikâyede laptop vardı. “O zaman laptop var mıydı ya” dedi, dedim ki teknolojiyi iyi takip etmiyorsunuz. “Eşin karşı odada her şeyi anlattı, boşuna çırpınma” dedi. “Benim eşim yalancı değil, benim söylediklerimden gayrı bir şey söyleyemez” dedim. “Çok güveniyorsun” dedi. “Ben kendimden daha çok eşimin doğruluğuna, dürüstlüğüne güvenirim” dedim. “Çok merak ettim ya şunu” dedi, “çağırın gelsin.” Eşim geldi, yan yana oturtturdular bizi. Ben ona sakin bir şekilde ‘problem yok’ der gibi bir kafa edası verdim. Çapraz sorgu yaptılar, aynı anda aynı sorular, aynı saniye. Evet cevap, evet cevap, evet cevap şeklinde. Hiçbir şey alamadılar. Doğru tektir değişmez. Yalan yoktu ki yanlış bir şey söyleyelim orda. Sorgu bitti beni çıkardılar, sonra eşime devam ettiler. Sanırım 12. gündü, barodan gelen avukatla resmi ifademi aldılar. 13. günde eşimin ifadesini aldılar. 14. gün hepimizin ifadesi alındı, sonra da adliyeye sevk ettiler, Sulh Ceza. Beni tutuklayacaktı hâkim, dosyaya baktı, barodan gelen avukat çok mert bir adamdı. “Bakın sayın başkan, eşi tutuklandı,” inanmadı. Mübaşire dedi ki eşinin dosyasını getir. İki mahkeme yandaki Sulh’taydı o. Getirdi kağıdı, gördü kararı, sonra bıraktı beni. Adli kontrolle, haftada bir imzayla bırakıldım.
“SORGUDAKİ KİŞİ, ‘SENİ ÇIRILÇIPLAK SOYSAM, EŞİNİ ÇAĞIRSAM’ DEDİ…”
Gözaltındayken küfür ettiler dediniz. Onun haricinde herhangi bir kötü muamele ya de işkence diyebileceğimiz boyutta bir şey oldu mu?
Bir polis memure hanım vardı, sanırım komiserdi. İsmi Ayşe’ydi, soy ismini bilmiyorum ama yüzünü asla unutmam ve ona da söyledim. Dünya ahiret iki elim yakanda olacak dedim. O biraz tartakladı beni. Kolumdan çekiştirip morarttı. Her sabah bize muayene yapıyorlardı, o muayenede doktora gösterdim, dün beni darp etti, dedim. Darp vardı, hakaret çok fazlaydı, belden aşağı. O ‘MİT’im’ diyen it herif “şu odada tek başımızayız ne yapabilirsin” dedi. “Seni burada çırılçıplak soyarım, kocanı da çağırırım” dedi. Ben de -özür dileyerek söylüyorum- “Eşim benim o halimi biliyor zaten, sen utanmazsan benim için sorun yok” dedim. Baktı ben çok dikim, üsteleyemedi. Benimle baş edemedi.
O ünlü fotoğrafların çekildiği zaman ne zamandı?
15. gündü. Dedim ya bizi böyle patır patır indirdiler çıkardılar. Şov yaptılar, ego tatmin ettiler. O kadar komiklerdi ki anlatamam. Dalga geçiyorduk A. ile. Bir de yan duralım mı şöyle yapalım mı böyle yapalım mı diye. Bir de adliyeye giderken, servislere bindirilirken çok şov yaptılar. Üçüncü gün biz muayeneye giderken memurlar birbirlerine ‘prim yatmış mı’ diyordu. Biz de döndük dedik ki bize operasyon yaptınız size para mı verdiler. Gerçekten prim almışlar.
“BİZİ TEK SIRA YAPIP FOTOĞRAF ÇEKTİLER, ERTESİ GÜN PRİMİ KONUŞTULAR”
Prim lafını duyunca polislere laf attınız yani…
Tabi tabi. Eşimi almışsınız, beni almışsınız, iki tane evladımdan ayırmışsınız. Haklıyım. Zalim sizsiniz, niye susacağım. Aynı bu çığırtkanlığımdaydım, orda 15 gün boyunca. H.’ye diye biri vardı o adama çok işkence ettiler. Allah belanızı versin diye yıktım oraları. Adamı sağ salim götürüyorlardı, iki polisin kolunda ayakları tutmayarak getiriyorlardı. Nasıl susayım ya nasıl?
“KÜÇÜK OĞLUM YENİ SÜTTEN KESİLMİŞTİ”
Siz gözaltına alındığınızda çocuklarınız kaç yaşlarındaydılar?
Operasyon olduğunda küçüğü daha yeni anne sütünden ayırmıştım. Bir haftalık anne sütünden ayırmıştım, altı bezli bebekti. Büyük de ikinci sınıfa gidiyordu. İkisi de erkek….
Neler anlatıldı sizinle ilgili suçlama diyebileceğiniz?
Anlatılan bir şey yok. Kurum öğretmenleri. Tanzanya’da kurban kestiler vs.
Eşinizin hükmü ne zaman verildi?
Eşimin duruşması bitti, çıktı, elini kaldırıp ‘tutuklandım’ işareti yaptı, çapraz işareti yaparak. Ben de ona zafer işareti yaptım. Benim duruşmam daha olmamıştı o sıra, onları götüreceklerdi. Bir tane temiz yüzlü memur vardı. Gittim dedim ki “Eşim tutuklandı, 15 gündür gözaltındayız. Sarılıp vedalaşabilir miyim” dedim. Durdu, çok kısa, dedi. Koşa koşa gittim yanına. Ben onun belinden sarıldım o da kelepçeli elleriyle boynumdan halka atarak sarıldı. “Seninle gurur duyuyorum kahramanım” dedim. “Arkandayım, yanındayım, sonuç ne olursa olsun üzülmek yok” dedim ona. “İnşallah eve gidersin, yavrularımızla uyursun bu gece” dedi.
O fotoğraftaki kadınların hepsi ceza aldılar mı?
A’nın gülümseyen fotoğrafının arkasında mavi valizli bir kız var. 9 yıl ceza aldı hala orda. Tutuklananlardan çıkamayan bir tek o kaldı. Bekar bir kız. Ben öyle bir insan tanımadım. “Boş ver abla benim tutuklanmamı, eşine haber göndereceğim senin eve gittiğini” dedi. Üzerimdeki bütün parayı ona verdim. Annemlerin yolladığı diş macunu, şampuan, tarak ne varsa… hala içeride.
Mektuplaşıyor musunuz?
İlk başta o istememişti, süreç netleşmemişti ama artık her şey netleşti. Artık görüşüyoruz. Mektup yazarım, çocukların fotoğraflarını gönderirim. Caps yazarım, komedi, karikatür çizerim. Çok hoşuna gidiyor. Kafa dağıtsın diye. Canım kardeşim.
O fotoğraftaki kişileri operasyon sonrası tanıdınız.
Bir tek ortağımızın eşini tanıyordum.
“O FOTOĞRAFTAKİ 9-10 KİŞİYLE HALA GÖRÜŞÜYORUM”
O gün orada tanıdığınız insanlarla hala irtibatınız var mı?
9-10 görüştüğüm arkadaşım var. Biri yeni Yunanistan’a geçti eşiyle. Biriyle kız kardeşiz. Öyle söyleyeyim. İlk defa orda gördüm, eşlerimiz aynı koğuşa konuldu, 2,5 kaldı hapiste eşi onun da. Görüşlere de birlikte gelip gittiğimiz için, çocuklarımız da akran, kız kardeş. Kan bağı yok da can bağı var.
Gülümseyen A. hanım peki?
1. ile görüşüyorum, B. ile görüşüyorum, S. ile görüşüyorum. Hemşire bir abla vardı onunla görüşüyorum, S. abla..
FOTOĞRAFTAKİ RAHATLIĞIN SEBEBİ: “BİZİM OPERASYONDAKİ DELİLER BİRBİRİNİ BULMUŞTU”
Fotoğraf çekilirken bazı insanlar yüzünü kapatıyor, görünmemeye çalışıyor falan ama sizin fotoğraftaki herkes çok rahat. O rahatlık, gülümseme hali nerden kaynaklanıyor?
Bizim operasyondaki deliler birbirini bulmuştu. Hepsi çok sağlam. ‘Yemişim ya gözaltın da ne ki tutuklanmışım ne ki’ diyen çok yüce ruhlu, çok yüksek, herhalde benim şansım onlarla birlikte olmaktı. Bizdeki tek şey şuydu; çok öfkeliydik. Bize bunları yaşattıkları için… O fotoğraftaki gülümsemelerin sebebi de şuydu: Moral motivasyon çok yüksekti. 86 kişiydik, güne kaç kere hatim yapıyorduk mesela. Sesi güzel bir abi vardı, istek yapıyorduk ondan. Genç kızlar vardı, 6 bekarımız vardı. Kızların morali bozuluyordu sessiz sinema oynatıyorduk onlara. Deli durduk orda.
“BEN AĞAÇ KÖKÜ YEMEDİM, HIRSIZLIK YAPMADIM”
Benzer olaylar aktarılırken ‘mağdurlar’ sözcüğü kullanılıyor. Siz kendinizi mağdur olarak görüyor musunuz?
Hayır, mağdur falan değilim ben. Hırsızlık yapmadım, doğrudan hiç ayrılmadım. İki evladımdan ayrı kalmayı göze aldım. Dört yıldır kahraman bir eşi bekliyorum, vicdanım çok rahat.
Neden ‘mağdur falan değilim’ diyorsunuz?
Fiziksel mağduriyetten bahsediyorsanız evet, eşim tutuklandı, işimizden olduk, diplomamızdan olduk, maddi sıkıntı, sağlık problemleri yaşadık. Bunlar mağduriyetse, mağduriyet ama… Ruhi boyutta, yani depresif bir ruh halini kast ediyorsanız o mağduriyet tanımını asla kabul etmiyorum.
Peki bıkkınlık duyduğunuz, yorulduğunuz zamanlar olmuyor mu?
Oluyor, olmaz mı. Tabii ki oluyor. Ne zaman oluyor biliyor musunuz eşimi çok özlediğim zaman oluyor. Bir tek dalımı kolumu onun yokluğu kırıyor.
Eşiniz ne kadar ceza aldı, siz ne kadar aldınız?
Eşim 8 yıl 1 ay aldı. 6 yıl 10 ay da ben aldım. Yargıtay’da benim davam şimdi.
Suçlama ne?
Eşim yönetmek ve kurmakla yargılanıyordu, sonra düştü üyelikten aldı cezayı. Ben de üyelikten aldım. Silahlı terör örgütüne üye olmak. Mahkemeye gidiyorsunuz ya kağıda kağıt asılı oluyor, duruşma saati ve isminizin karşısına silahlı terör örgütü üyeliği… Yemin ederim ben her kağıdı okuduğumda, eşim tutuklu geliyor, ben tutuksuz geliyorum, aynı dosyadayız. Her seferinde adımın karşısında gördüğümde ‘Allah belanızı versin’ deyip gülüp geçiyordum. Şaka gibi. Yok böyle bir şey.
‘BEKİR BOZDAĞ’IN OĞLU ÖĞRENCİMDİ’
Hâkimle karşılıklı konuşmanız vardı, onu açabilir misiniz biraz?
Başkanımız, biraz ağır olacak ama şu anki satılmışların hakkını veren bir adamdı, ismi lazım değil. Çocuğu bizim kurumlarda okumuş bir başkan. Duruşmanın birinde “Sayın başkan, Bekir Bozdağ’ın oğlu benim öğrencimdi. Yanlıştı, örgüttü madem ne işi vardı?” dedim.
Hangi yıl öğrencinizdi?
2012, Ankara’ya ilk geldiğimiz yıldı. Dedi ki “O, o zamandı.” Belki sizin de çocuğunuz öğrencimizdi, dedim. Çok kötü oldu, konuyu saptırma dedi. Tanığım vardı bir duruşmada, konuşuyor kız, anlatıyor, SEGBİS’le anlatıyor. Ben de rahatım, dünya yansa umurumda değil, çok samimi söylüyorum. Gülmüşüm. Çok mu komik dedi? Benden de şey bekliyor, pardon kusura bakmayın efendim, kusura bakmayın dememi bekliyor. Ben de evet çok komik dedim. Mikrofona gel dedi. Eşim eliyle bana frenle frenle işareti yaptı. Biliyor deli yanımı. Ben bastım, çalışmıyor dedim. Konuş biz duyuyoruz, dedi. Neye gülüyorsun dedi. Tanıdığın saçma sapan beyanlarına gülüyorum dedim. Nesi saçma, nesi komik dedi. Tarihleri söyledi, ben o tarihte Mersin’deydim, burada değildim dedim. Üniversiteye giriş yılımı söylüyor, o tarihte girmedim ben şu tarihte girdim. Bölümümü yanlış söylüyor, ben İngilizce öğretmenliği mezunu değilim, İngiliz dili ve edebiyatı bölümü mezunuyum. Sen bu tanığı tanıyor musun dedi. Hayır tanımıyorum dedim. Niye gülüyorsun o zaman dedi. Siz sadece tanıdığınız insanların beyanlarına mı gülersiniz dedim. Benim için komik olması yeterli gülmem için dedim. Otur dedi. Gerekçeli kararı yazarken senin bu engin avukat bilgilerinden yararlanacağım dedi. Ben avukat falan değilim, öğretmenim dedim. Yok, soracağım sana dedi. Beni tehdit ediyorsunuz dedim, ikinci kez otur dedi. Ben de oturdum akıllı akıllı.
Geçen 4 yıllık süre zarfında yaşadığınız en büyük zorluğunuz neydi?
Bende öyle bir eş var ki yok dünyada böyle bir adam. Yanına gidiyorum, ağlıyorum belki seni son görüşüm diyorum. Beni senden daha çok seven var diyor, bakıyor gözümün içine, “Sahibim Allah” diyor. Bizde felsefe bu. Sahibimiz Allah, sebeplere çok takılmamak, çok mana yüklememek lazım. Ajitasyon ya da öldüm kaldımla çok işim yok. Sebeplere riayet edeceksin, iradenin hakkını vereceksin, ondan sonra gelen de kader deyip teslim olacaksın, bu kadar. Beni en çok ne yordu biliyor musunuz?
‘KÜÇÜK ÇOCUĞUMUN BABASIYLA HATIRASI YOK’
Nedir?
Çocuklar. Çocuklar çok yordu. Çünkü küçüğün babasıyla hatırası yok. Abisine soruyor, babamla ne yapardınız diye. Çocuğun babasının kucağındaki fotoğrafı cezaevi odası. Açık görüş odası. Abisiyle futbol oynarken videosunu görünce üzülüyor, benim niye yok diyor. Beni bu yordu, bu yıktı, beni bu dağladı.
Siz istisnai örneklerdensiniz gerçekten de. Çok güçlü duruyorsunuz. Nedir sırrı?
Birazcık fıtrat olduğunu düşünüyorum. Fıtrat gizlenmez, arkadaş çevremde çok pozitif, akıl danışılan biriyim. Şu an görüştüğüm arkadaşlarım ya da eşimin da arkadaşlarının eşleri, “Bir nefes almaya ihtiyacım var sana geliyorum, çayı koy” diyen dostlarım var. Hepsine de kapım da gönlüm de açık. Buralardan kopamamamın en büyük sebeplerinden biri de o.
Eğitiminiz nedir?
İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümünü kazandım. İki kardeşiz, babam sanayici bir esnaf. Annem ev hanımı. Üniversiteden mezun olduktan sonra eşimle aynı dershanede öğretmendik, orda tanıştık evlendik.
Eşiniz?
Eşim de öğretmen. Ben hayatımızı şöyle özetliyorum: Çekirdek çitleyip çay içmekten başka zevkleri olmayan, mütevazı insanlardır, biz size ne yaptık? Ne yaptınız böyle? 2008’de evlendik. İlk çocuğum bir yıl sonra doğdu, küçüğü de 2015’te doğdu. 7 yaş var aralarında.
İş olarak bir şey yapıyor musunuz? Nasıl geçiniyorsunuz?
Benim özel derslerim devam etti. Zoom üzerinden özel ders veriyorum, öğrencilerim var. Onlarla çeviriyoruz işte, geçim boyutuyla. İdare ediyoruz çok şükür.
‘BU DÜNYADA VARLIĞIM CESET OLMADAN YAŞAYIP GİTMEK İSTİYORUM’
Okumak ya da bir şey izlemek için vakit buluyor musunuz?
Kitap okumayı çok severim. Film izlemeyi çok severim. Animasyon, bilimkurguları çok severim. Psikoloji kitaplarını çok severim. Ben ötesi psikoloji. Mevlana’nın “İnsan âlem içinde bir âlem, âlemini keşfedemeyen insan ceset” diyor ya ceset olmadan, bu dünyadan varlığım ceset olmadan, mana hali neyse, o halde öğrenip yaşayıp gitmek istiyorum.
‘BU SÜRECİN KAYBEDENİ BİZ DEĞİLİZ, ORASI KESİN’
Bu süreç, sizde veya çevrenizde nasıl bir etki yaptı?
İnsanlar çok yorgun. Bu gerçek. Çok sağlam, dirayetli arkadaşım yerlere serilmiş durumda. “Umut var mı?” diye soruyorlar. Umut var, diyorum ben de. Zalim zalimliğini yapıyor, işini yapıyor. Orası bizi ilgilendiren kısım değil. Bu sürecin kaybedeni biz değiliz, orası kesin. Terzioğlu’nun (cezaevinde kansere yakalanıp geç tedavisi ve tahliyesi geciktiği için yakalandığı kanser nedeniyle hayatını kaybeden yönetmen Fatih Terzioğlu) vefatında gördüm. Esra hanımın videosunu gördüğümde. Ben eşimle kavuşsam ne, kavuşmasam ne? Çok önemli aile yuva, ahkâm kestiğimi düşünmeyin ama artık eskisi gibi mutlu olamayacağız. Onlar gelecek aklımıza. Meriç’teki kayıplar gelecek aklımıza. Yaşadığımız ızdırabın, acının tarifi yok. Gönlümüzün bir yanı hep buruk kalacak.
Türkiye’de yeni bir hayat, gelecek kurmak hayaliniz var mı?
Türkiye’de bir gelecek göremiyorum. Onlarla aynı havayı teneffüs etme gibi bir hayalim, planım yok. Benim telefonlarım hiç susmazdı, kızlarını deli gibi göndermek isteyen insanlar arardı. Randevulaşırdım, sıraya koyardım. Bir gecede mi terörist oldum ben? Yapmayın Allah aşkınıza.