“Nasıl ölmediğimi ben de merak ediyorum…”
Bu cümle 12 Eylül döneminde en ağır işkencelere maruz kalan devrimci Gabris Altınoğlu’nun yıllar önce verdiği bir demeçten. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ise geçtiğimiz haftalarda açıklanan Yargı Reformu Stratejisi ile ilgili konuşurken şöyle seslendi:

“Türkiye işkence kötü muameleye sıfır tolerans anlayışını benimsemiştir. Bu iddialar artık geride kalmıştır. Bu kazanımları korumakta kararlıyız. Sistematik işkence iddiaları artık geride kalmıştır.”
Erdoğan’ın iddiası, sistematik işkencenin ve kötü muamelenin Gabris Altınoğlu ve on binlerce işkence mağdurunun verdiği demeçlerde, dönem filmlerinde ve geçmişin karanlık sayfalarında kaldığı.

Türkiye kamuoyu, “İşkenceye sıfır tolerans” cümlesini 2008 yılında İstanbul’da gözaltına alınan ve işkence edilerek katledilen Engin Ceber’in yaşamını yitirmesinin ardından duymuştu. Ancak, dönemin Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin, DTP Batman Milletvekili Ayla Akat’ın verdiği soru önergesine istinaden işkence ve kötü muameleye dair 4 bin 719 şikâyet aldıklarını açıklamıştı.

Hafızaları biraz tazelersek, Erdoğan’ın “geçmiş” olarak işaret ettiği tarihin, AKP’nin yakın tarihinden pek de uzak olmadığını görüyoruz.

Birleşmiş Milletler İşkence ve Kötü Muameleye Karşı Özel Raportör Nils Melzer’in Ankara, Diyarbakır, Şanlıurfa ve İstanbul’da yaptığı incelemelerin ardından yayınlanan rapor ise 2015 yılından sonra işkence ve kötü muamelede ciddi bir artışın olduğunu gözler önüne seriyordu:

“Özellikle, 15 Temmuz 2016 başarısız darbenin hemen ardından ve ülkenin güney doğusundaki şiddet olaylarda meydana gelen yaygın işkence ve diğer kötü muamele türlerine ilişkin ısrarcı iddialara rağmen, konuyla ilgili resmi soruşturma ve kovuşturmalar son derece nadir görülmektedir. Bu durum işkence ve diğer kötü muamele biçimlerinin fiilen dokunulmazlığına ilişkin güçlü bir algı yaratmaktadır.”
Melzer, Türkiye’de görüştüğü bütün yetkililerin işkence konusunda “sıfır tolerans” politikasını savunduğunu söyledi, iddialar reddedildi…

Hâlbuki rapordan yaklaşık bir yıl sonra sistematik ve toplu işkenceyi belgeleyen fotoğraflar ve Baro incelemeleri özellikle Ankara, Urfa gibi kentlerin adeta işkence merkezlerine dönüştüğünü kanıtlıyordu. Bu kentlere son olarak Kayseri de eklendi.

Kayseri’de Gülen Cemaati ile bağlantısı olduğu iddia edilen 22 şüpheli Kaçakçılık ve Organize Şube’de tutuluyordu. Avukat Zehra Karakulak, müvekkili Mehmet Ali Çetin ile yaptığı görüşmenin detaylarını şöyle anlatıyor:

“Önce avukat odasına girdim. Müvekkilimle karşılaştığım anda ağlamaya başladı. O kadar çok ağladı ki… Üstü başı toz içindeydi. ‘Bana çok işkence ettiler avukat hanım. Ben de her şeyi söyledim’ dedi. Ancak ortada ne tutanak ne de resmi bir ifade işlemi var. Hızlıca haklarını hatırlattım. İfade odasına girdiğimizde polis müvekkilime ‘konuştuğumuz platform gibi demi?’ dedi. Ben de ne platformu olduğunu sordum fakat yanıt alamadım.

Müvekkilim, CMK Etkin Pişmanlık Hükümlerinden yararlanmak istemediğini söyleyince Serdar isimli bir komiser geldi. Komiser, müvekkilime ‘Dört gündür konuşuyoruz, bir saate ne değişti? Avukat mı seni etkiledi’ şeklinde ithamlarda bulundu.”
Avukat Zehra Karakulak, ‘dört gündür konuşuyoruz’ cümlesinin içeriğini ise şöyle açıklıyor:

“Müvekkilim ve diğer şüphelilerin başına poşet geçirmişler ve tartaklamışlar. Yüzünde veya belirgin yerlerinde bir iz yoktu. İşkence eden memurların çok profesyonel olduklarını, morluk veya iz bırakmayacak şekilde kötü muamelede bulunduklarını anlattı. Nitekim ifade sırasında bu tarz konuşmalarda bulunmalarının da psikolojik baskı unsuru olduğunu söyledim. Benimle tartıştılar ve ifadeyi ertelediler.

Ardından Serdar isimli komiser, benimle konuşmak için ısrar etti. Kimseye işkence yapmadığını, sürekli işkence iddialarının gündeme getirildiğini söyledi. Ben de müvekkilimin dört gündür işkence gördüğünü, ifade işlemi sırasında bile psikolojik baskıda bulunulduğunu söyledim.”
İşkence iddialarının basına yansımasından, CHP Milletvekili Sezgin Tanrıkulu ve HDP Milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun konuyu kamuoyuna taşımasının ardından polisin tavrının değiştiğini anlatan Karakulak:

“Ertesi gün gözaltındaki 22 kişiden 15’i adliyeye sevk edildi. O sırada müvekkilimden polislerin ilk defa çok iyi davrandığını, herhangi hiçbir ihtiyaçlarını aksatmadığını öğrendim. Üç yıldır bu davalara bakıyorum ve ilk kez ‘bize bu sefer iyi davrandılar, bu sizin sesimizi duyurmanız sayesinde oldu’ cümlesini duydum. Ne yazık ki müvekkilim işkenceye dair soruşturma açılmasını istemedi. 16 Temmuz gününden bu yana bu tür davalarla ilgileniyorum ve işkencenin var olduğuna tanığım.”
Özellikle İç Anadolu Bölgesi’nde Baro dâhil tüm insan hakları savunucularının yalnız bırakıldığını, işkence mağdurlarının da bu sebeple soruşturma açmayı kabul etmediğini sözlerine ekleyen Karakulak sözlerini şöyle sürdürdü:

“Ne yazık ki müvekkiller de bu konuda sessiz. Üç yıl içerisinde AHİM’e taşıdığım davalar da oldu. Hiç sesini duyurmak istemeyen işkence mağdurlarıyla da tanıştım. Ancak son üç gündür şunu gördüm ki ne kadar sesimizi çıkartırsak işkencenin önüne o kadar çabuk ve etkili geçiyoruz. Özellikle İç Anadolu kentlerinde etkili bir dayanışma ağı olmadığı için işkencenin üzeri rahatlıkla kapatılıyor. Çünkü mağdurlar kendini yalnız hissediyor.”
Evrensel hukuk kurallarının ve insan haklarının herkes için bir ihtiyaç olduğunu söyleyen Karakulak, “Bir şüphelinin herhangi bir terör örgütü ile ilişkilendirilmesi demek onun işkenceyi hak ettiği anlamına gelmez. Herkesin adil yargılanma hakkı vardır. Bugün kim olduğuna bakmaksızın işkence ve kötü muamelenin önüne geçmezsek yarın aynısı bizim de başımıza gelebilir. Türkiye’nin her vilayeti işkence merkezine dönüştü. Ben avukat olarak her zaman bunun karşısında duracağım” diyor.

Avukat Zehra Karakulak’ın “Kamuoyu tepkisi işkenceyi engelliyor” yorumunun benzerini Şanlıurfa Baro Başkanı Ahmet Öncel de yapıyor. Şanlıurfa Barosu, geçen haftalarda Halfeti ilçesine bağlı Dergili Mahallesi’nde 18 Mayıs tarihinde yaşanan çatışmanın ardından gözaltına alınan 51 kişiye yönelik Jandarma ve İl Emniyet Müdürlüğü TEM Şubesi’nde yapıldığı belirtilen işkence ve kötü muamele ile ilgili ifade tutanakları, tanık anlatımları ve görüntülerden hazırladığı işkence raporunu açıklamıştı.

Raporda, 2015 yılından bu yana Urfa’da tespit edilen işkencelere yer verilmişti. Gözaltına alınan şüphelilere yönelik Filistin askısından cinsel işkenceye insanlık onurunu ayaklar altına alan pek çok yöntemin kullanıldığını hatırlatan Öncel, “Cumhurbaşkanı Erdoğan Yargı Reformu Stratejisi’ni açıkladığı anlarda Urfa TEM Şube’de şüphelilere işkence yapılıyordu. Bu ciddi bir çelişkidir” diyor.

2019 Türkiye’sinde hala işkence konusunun konuşuluyor olmasının çok acı olduğunu ifade eden Öncel, “Yargı Reformu Stratejisinde yargı bağımsızlığı konusuna çok geniş yer vermiş. Bizim yasalarımızda işkenceye yönelik çok ciddi yaptırımlar var ama sorun bu yasaların uygulanmaması. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, ‘uyuşturucu satanların bacaklarını kırın’ diyebiliyorsa ve vatandaşları şiddete teşvik ediyorsa bizim de işkence gerçeği ile karşı karşıya kalmamız çok absürt değil” diye konuşuyor.

Urfa’daki işkence görüntülerinin ardından oluşan kamuoyu tepkisinin olumlu sonuçlarını gördüklerini dile getiren Öncel, “Geçtiğimiz günlerde Ceylanpınar merkezli bir operasyon sırasında bir kız çocuğu gözaltına alındı. İşkence yapılabilir şeklinde ihbar aldık ve konuyu takip ettik. 51 kişiye yönelik işkence sonucunda oluşan tepkiden çekindikleri için bu gözaltı sürecinde herhangi bir işkence olmadı” diyor.

Urfa’nın son yıllarda adeta bir işkence merkezine dönüştüğünü hatırlatan Öncel, içinde bulundukları hukuksuzluğu ironik bir cümle ile açıklıyor:

“İşkence o kadar olağanlaştırılmaya çalışılıyor ki biz avukatlar olarak herhangi bir işkence ve kötü muamele durumu ile karşılaşmadığımız anlarda Urfa Emniyeti’ne teşekkür edecek duruma geldik.”
Son yıllarda işkence ve kötü muamele ile anılan kentlerin başında Ankara geliyor. Ankara Barosu geçtiğimiz haftalarda bir rapor yayınlayarak Ankara Mali Suçlar Soruşturma Bürosu’ndaki işkence iddialarına ilişkin soruşturma başlatılmasını talep etmişti.

Rapor, KHK ile ihraç edilen Dışişleri Bakanlığı personeli olduğu ifade edilen ve yaklaşık 100 kişi olduğu söylenen diplomatlardan altısı ile yapılan görüşme sonucu oluşturulmuştu. Raporda, şüphelilerin cinsel tacizden psikolojik baskıya çeşitli işkencelere maruz kaldığı açıkça belirtilmişti.

İşkence ve kötü muameleye yönelik TCK’nın maddelerinin çok net olduğunu ama ispat konusundaki sıkıntıyı aşamadıklarını ifade eden Ankara Baro Başkanı Erinç Sağkan, hukukçuların yaşadığı problemleri şöyle anlatıyor:

“İşkence yapan faillerin cezalandırılmaları yasal bir zorunluluk. Gözaltına alınan vatandaşlar sürekli kötü muameleye maruz kaldıklarını söylüyor. Ancak bu kötü muamele her zaman doktor raporu ile ispatlanacak bir şey değil. Yani biz işkenceden ve kötü muameleden insan vücudunda iz bırakan şiddet türlerini anlıyoruz. Fakat son yıllarda psikolojik işkence; insanların eşleri ve çocuklarıyla tehdit edildiği söylemler de çok yaygınlaştı. Raporumuzda belirtiğimiz hususlar çok açık işkence ve kötü muamele verileridir.”
Raporun ardından Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın bir soruşturma başlattığını, raporu hazırlayan avukatların tanık sıfatıyla ifade verdiğini söyleyen Sağkan, “Talebimiz, bağımsız bir kuruluş olan Ankara Barosu’nun düzenlendiği raporun ciddiye alınmasıdır. Raporda, soruşturmanın nasıl yürütüleceğini de yazdık. Emniyet içerisindeki kamera kayıtlarının incelenmesi bile işkence gerçeğini ortaya koyacaktır. Yaşananlar ortaya çıkarıldıktan sonra yasal mevzuatlarımız her türlü ihtimale yönelik çözüm önerileri sunuyor zaten” diyor.

Raporda maruz kaldıkları işkenceyi anlatan insanların itirafçı olmaya zorlandığını ve bazı şahısların kötü muameleye dayanamayarak Etkin Pişmanlık Yasası’ndan faydalanmayı kabul ederek serbest kaldıklarını söyleyen Sağkan, sözlerine şöyle devam ediyor:

“Avukat arkadaşlarımız şüphelilerle görüşmeye gitmeden bir gün evvel üç kişi serbest kalmıştı. Biz işkenceyi raporlaştırdıktan sonra bu kişilerin avukatları, ‘müvekkillerimiz pişmanlık yasasından faydalanmayı kabul etmiş olsalar da bu kararı işkence altına vermişlerdir. Bu beyanları kabul etmiyoruz ve ilgililer hakkında suç duyurusunda bulunuyoruz’ dediler. İşkence altında hiçbir beyanın hukuki bir değeri yoktur.”
Ankara Barosu’nun hazırladığı raporun kamuoyunda büyük yankı uyandırmasının ardından İçişleri Bakan Yardımcısı Muhterem İnce, iddiayı ortaya atan avukatların yakınlarının ‘FETÖ’ ile ilişkili olduğunu söylemiş ve “Bunun bir FETÖ organizasyonu olduğu yönünde elimizde bilgiler, böyle iddialar var” demişti.

Sağkan, mevcut siyasal iktidarın muhalif olan her kurumu terör örgütleri ile özdeşleştirmeye çalışmasının beyhude bir çaba olduğunu söylüyor ve ekliyor:

“Attıkları çamur Ankara Barosu’nun üzerinde kalmaz. Hazırladığımız raporu bu tür söylemlerle değersizleştirmeye, itibarsızlaştırmaya çalışıyorlar. Hatırlarsanız TAYAD eyleminde başörtülü genç bir kadının gözaltına alınma yöntemine ilişkin suç duyurunda bulunmuştuk. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ise ‘o kızın babası FETÖ’cü’ diyerek toplumu ‘bunlar her şeyi hak ediyor’ noktasına getirmeye çalıştı. Ben yurttaşlarımızın böyle bir anlayışa izin vereceğine inanmıyorum. Siyasi temsilcilerin bu tür söylemler kurması ve bu söylemlerle kötü muameleyi normalleştirmeye çalışması büyük talihsizlik.”