Prof. Dr. Fincancı, mahkemenin Koçer Sason Yapıcı’ya işkence yapan Emniyet Amiri’ne “duyduğu hiddetli elemin etkisi altında darp yoluna başvurduğunu” gerekçesi ile beraat vermesine “Elem ve hiddet” yazısı ile tepki gösterdi.

Van’ın Gürpınar İlçe Emniyet Müdürlüğü’nde 2016 yılında işkence gören Koçer Sason Yapıcı’ya “görevli memura hakaret” ve “görevi yaptırmamak için direnme” suçlamasıyla yargılandığı davada 1 yıl 7 ay hapis cezası verilirken, ona işkence yapan Emniyet Amiri M.A.K. hakkında ise mahkemenin “duyduğu hiddetli elemin etkisi altında darp yoluna başvurduğunu” gerekçesiyle beraat kararı vermesi tepkilere neden oldu.
Gündeme oturan haber sonrası hukukçu Kerem Altıparmak, mahkemenin verdiği karara sosyal medyadan, “Bu kadar açık delille ortaya konmuş işkenceye açık çek veren hakim hakkında işlem yapmıyorsanız işkenceyi sistematik olarak meşru görüyorsunuz demektir. Ülkede işkenceye gerçekten sıfır tolerans varsa HSK bu karar üzerine gereğini yapar. Gerisi boş laf!” sözleri ile tepki gösterdi.

Türkiye’nin sayılı adli tıp uzmanları arasında yer alan Türkiye İnsan Hakları Vakfı (THİV) Başkanı Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı ise, mahkemenin verdiği kararı Evrensel Gazetesi’ndeki köşesinde ele aldı. Porf. Dr. Fincancı, “Elem ve hiddet” başlıklı bugünki yazısında, “Nasıl yan yana gelebilir bu iki sözcük diye düşünüp duruyorum haberi okuduğumdan beri. Hiddetli bir elemle darbetmek! İşkencenin yeni adıyla tanışalım o halde” diye belirtti.

Fincancı yazısında şu ifadelere yer verdi: “… Hiddetli bir elem (!) ile mazur görülen darbın varlığı, nedense gerekçede delilden sayılmayıvermiş. Türkiye’nin taraf olduğu BM İşkenceye Karşı Sözleşme işkencenin mutlak yasak olma kuralını tanımlarken herhangi bir gerekçeye dayandırılarak meşru sayılmasının da mümkün olmadığını, dolayısıyla mazur gösterilecek bir suç olmadığını açıkça belirtir. Gene taraf olduğumuz Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi de bu mutlak yasağı bölgesel düzlemde vurgular. Üst yargı yetkisi tanımladığımız Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin sayısız kararında da bu mutlak yasak yer alır. Anayasanın 90. Maddesi gereği bu mutlak yasağa uyma zorunluluğumuz olsa da ‘milli ve yerli’ olsun diye ısrar ederseniz Türk Ceza Kanunu 94. Maddesine bakalım hemen: ‘Bir kişiye karşı insan onuruyla bağdaşmayan ve bedensel veya ruhsal yönden acı çekmesine, algılama veya irade yeteneğinin etkilenmesine, aşağılanmasına yol açacak davranışları gerçekleştiren kamu görevlisi hakkında üç yıldan on iki yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.’

“Sosyal medyada yayınlanan görüntülü haberdeki görüntüler hem iki sözleşmenin, hem de TCK 94’ün yeterli delili niteliğindedir. En azından bir hekim olarak Dünya Sağlık Örgütü’nün Sosyal Güvenlik Kurumundan ödeme almak için sağlık kurumlarında tanı bölümüne yazmak zorunda oldukları Hastalık Sınıflandırma İndeksi (ICD) 10’a göre bu görüntülerdeki beden yaralanmasının işkence tanısı kapsamında olduğunu söyleyebilirim. Önce adlandırarak başlayalım, zira adlandırıp utandırmanın toplumun adalet duygusuna katkı sunduğunu düşünenlerdenim. Ne yazık ki Gürpınar Emniyet Amirliğinin internet adresinde M.A.K.’nin açık adına ulaşamadım. Ancak TCK 94’ün beşinci fıkrası ‘Bu suçun ihmali davranışla işlenmesi halinde, verilecek cezada bu nedenle indirim yapılmaz’, dediğine göre iddianamede bu garip gerekçeli kararı oluşturan hâkim kim olabilir ve acaba bu karar “ihmali davranış ile işkence suçunu işleme” kapsamında ele alınabilir mi diye düşünüp Gürpınar Adliyesi hâkimlerinin listesine baktım. Gürpınar Adliyesi hâkimleri Görkem Demirci ve Arzu Taş olarak kayıtlı. Hangi hâkimin Asliye Ceza Mahkemesinde görevli olduğu belirtilmemiş, o nedenle görevli olmayan hâkimden bu teşhir için özürlerimi kabul etmesini umalım. Bu arada elbette bu soruşturmanın AİHM kararlarında da her daim atıf yapılan İstanbul Protokolü ilkelerine göre etkili biçimde yürütülmesinden sorumlu olan bir de savcı olmalı. Aynı adliyede görevli gene iki savcı var maalesef. Cumhuriyet savcıları Fatma Nur Metin ve Esra Dölek Demirkaya. Bu dosyanın savcısı kim bilemiyorum, diğer savcıdan da özürlerimin kabulünü bekliyorum. Gelelim elem ve hiddete. Bu iki sözcüğün yan yana anıldığı karar Lars von Trier’in Melancholia filmini anımsattı bana okurken. Tam da Justine ve Claire’in elemi ve hiddetinin, birbiriyle çelişen bu farklı oluşları yansıdı zihnimde. Trier’in ‘film ayakkabı içindeki taş olmalı’ sözüne atıfla, bu yazı işkencenin aklanmasında sorumluluğu olanların ayakkabısındaki taş olsun.”